Bir adamcağız kötü yoldan para kazanıp bununla kendisine bir inek alır. Neden sonra, yaptıklarından pişman olur ve hiç olmazsa iyi bir şey yapmış olmak için bunu Hacı Bektaş Veli’nin dergâhına kurban olarak bağışlamak ister. O zamanlar dergâhlar aynı zamanda aşevi işlevi görüyordu.
Durumu Hacı Bektaş Veli’ye anlatır ve Hacı Bektaş Veli helal değildir diye bu kurbanı geri çevirir.
Bunun üzerine adam Mevlevî dergâhına gider ve aynı durumu Mevlânâ’ya anlatır. Mevlânâ ise bu hediyeyi kabul eder. Adam aynı şeyi Hacı Bektaş Veli’ye de anlattığını ama onun bunu kabul etmemiş olduğunu söyler ve Mevlânâ’ya bunun sebebini sorar.
Mevlânâ şöyle der:
– Biz bir karga isek Hacı Bektaş Veli bir şahin gibidir. Öyle her leşe konmaz. O yüzden senin bu hediyeni biz kabul ederiz ama o kabul etmeyebilir.
Adam üşenmez kalkar Hacı Bektaş dergâhına gider ve Hacı Bektaş Veli’ye, Mevlânâ’nın kurbanı kabul ettiğini söyleyip bunun sebebini bir de Hacı Bektaş Veli’ye sorar. Hacı Bektaş da şöyle der:
– Bizim gönlümüz bir su birikintisi ise Mevlânâ’nın gönlü okyanus gibidir. Bu yüzden, bir damlayla bizim gönlümüz kirlenebilir ama onun engin gönlü kirlenmez. Bu sebepten dolayı o senin hediyeni kabul etmiştir.
***
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî ve Hacı Bektaş Veli aynı dönemde yaşamış iki büyük mutasavvıftır. Naklettiğimiz öyküden de anlaşılacağı üzere, büyüklüklerinin bir sebebi de sonsuz tevazu sahibi olmalarıdır. Günümüze gelecek olursak, gerek din adamları gerekse devlet yöneticilerinde bu tevazudan eser bulamıyoruz. İnsanları aşağılayan, hakir gören, basitleştiren, “sen kimsin?” diye küçümseyen, hafife alan, kendini yerlere göklere sığdıramayan, yağcılıktan, şişirilmekten, pohpohlanmaktan, tezahürattan hoşlanan insancık… Yazıklar olsun sana! “Hepimizin gideceği yer iki metrelik çukur değil mi? Birkaç metre kefen bezinden başka bir şey yok mezara girerken yanımızda…” demesine dersin ama belli ki bunu da karşındaki kalabalığı etkilemek, hoş görünmek için söylersin… Peki hiç düşünmez misin? O makamlar, mevkiler, koltuklar, para, pul, mücevherler, yatlar, katlar, villalar, saraylar, otomobiller, uçaklar, yanında emrine amade yüzlerce insan… Bunlar benim değil, senin elinin altında. Bana nasihat edeceğine dön bir aynaya kendine bak!.. Burnundan kıl aldırmıyorsun. “Sen kimsin? sen kimsin?” diyerek sataşmadığın kimse kalmadı. Sonra bir de dönüp adeta “biz mütevazıların da en büyüğüyüz” dercesine ahkâm kesiyor, millete tevazu dersleri veriyorsun. Riyadan, kibirden, yalandan ve haramdan burnunun önünü göremeyecek kadar günaha batmış insanlardan bizim alabileceğimiz bir nasihat yoktur. Allah cümlemizi kuzu postu giymiş kurtlardan, dindar gömleği giymiş küfür ehlinden korusun…