İçinde bulunduğumuz Mart ayı yakın tarihimizde iki önemli olaya şahitlik etmiştir. 12 Mart (1921) İstiklal Marşı’nın kabulü ve 18 Mart (1915) Çanakkale Deniz Zaferi.. Aradan geçen bunca zamana rağmen her ikisi de bizi ayakta tutan dayanak noktamız, manevi gücümüz olmaya devam ediyor.
Afganistan’da şehit düşen 12 Mehmetçik ile Cudi’de şehit olan 6 polisin ruhlarının Çanakkale şehitleriyle buluştuğu Şehitler Haftasını geride bıraktık. Bu haftada Türk gençliği şehitlerin, uğruna toprağa düştükleri değerlerin sahipsiz olmadığını gösterdi. 1915’te Birinci Dünya Savaşı’nın en önemli Cephesi Çanakkale, altı yüz yıllık büyük imparatorluğun son perdedeki son parıltısı, insanlık tarihine son kahramanlık armağanı… Şairin, “Bedrin aslanları ancak bu kadar şanlı idi” diye yücelttiği o kahramanlar, İstiklal Savaşı’nın önsözünü Çanakkale’de yazdılar. Aynı zamanda, Çanakkale’nin bu millete en büyük hediyesi Mustafa Kemal gibi eşsiz bir komutanı tarih sahnesine çıkarması olmuştur.
Şehitler Haftasında Türk Gençliği, devler ülkesindeki, devler savaşının her hatırasında, alev alev yanan Boğaz’ı ve ölüm saçan mermilerin yağmur gibi yağdığı o atmosferi bir daha yaşadı, yaşattı.. Bu atmosferde, sırtında 276 kiloluk mermiyi taşıyan Koca Seyit’in İngiliz gemisini batırışı gözlerimizle görür gibi olduk.
Diğer yanda, tam üç alayla 10 saat vuruşan Yahya Çavuş ve 68 kişilik takımı… Ölmeyi emreden M. Kemal’i ve emri gözünü kırpmadan yerini getiren Türk Subay ve askerini saygı ve hayranlıkla andık. İstiklal Marşı’nın kabulünün yıldönümündeki anma törenleri Türk gençliğinin özündeki mayayı koruduğunu gösterdi. Görüldüğü kadarıyla, ne Atatürk’e karşı beslediği sevgi yok edilebilmiş, ne de milliyetçilik duyguları köreltilebilmiştir.
Milli Mücadele, Çanakkale’deki hesaplaşmanın son perdesidir. İstiklal Savaşı’nı anlamayan İstiklal Marşını anlayamaz; İstiklal Savaşı’nı bilmeyen Çanakkale Destanını nasıl bilecek! Millî varlığı sona ermiş sayılan büyük bir milletin, istiklâlini nasıl kazandığını anlamak için Bilge Kağan’ın, “Üstte gök çökmese, altta yer delinmese, senin ilini töreni kim bozabilir” diyen sesine kulak vermek gerektiği gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin sonsuza kadar yaşaması için M. Kemal’in Gençliğe Hitabesi’ni bir an olsun akıldan çıkarmamak gerekiyor.
Osmanlı’daki, “Devlet-i ebed müddet” inancı ile, “Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım” haykırışı aynı düşünce ve ülkünün ifadesidir. Yine, “Devlet-i ebed müddet” (Sonsuza kadar yaşayacak devlet) anlayışı ile Atatürk’ün “Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır.” İnancı arasında hiçbir fark yoktur. Siz, paçavraları bayrak diye ortaya çıkaranlara, milli marş diye Barzani’nin marşını ayakta dinleyenlere bakmayın. Her biri birer Bayrak olan gençlerimiz istiklaline ve istikbaline sahip çıktı. Bayrağı lekelemedi, kirletmedi, yere düşürmedi. Andı’na, Gençliğe Hitabe’ye, İstiklal Marşı’na, şehitlerine ve milli bayramlarına sahip çıktı. Milli değerleri tartışmaya açanlar şimdilik planlarını yeniden yapmak zorunda kaldılar. Özel görevli basın marifetiyle halkı psikolojik saldırıya tabi tutarak bir süre daha olgunlaşmasını bekleyecekler.
Nizamettin TORUN
Şube Başkanı