Ünlü “Sen de mi Brütüs?” sözünden bilindiği gibi Roma İmparatoru Julius Sezar manevî oğlu Brütüs tarafından bıçaklanarak öldürüldü. Yakınları Brütüs’e sordular: “Sezar seni kimsesiz çocukken yanına aldı, besledi, büyüttü, evlat diye bağrına bastı. O maddî ve manevî babandı O’nu neden böyle hunharca öldürdün? Yoksa Sezar’ı sevmiyor muydun?” Brütüs kendini şöyle savundu: “Sezar’ı seviyordum ama Roma’yı daha çok seviyordum!”
Yazıya neden bu fıkrayla başladığımı açıklayayım. Son birkaç aydır dershanelerin kapatılması, asrın yolsuzluğu, paralel devlet yapısı, yargıya müdahale, emniyette tasfiyeler, telefon dinlemeleri, internetin sınırlandırılması vb. zincirleme pek çok konudaki karşılıklı suçlamalar ve öfke patlamaları bir film şeridi gibi geçti Türkiye’nin gündeminden. Aralarından su sızmayan, Brütüs-Sezar ilişkisi olan insanlar ya da gruplar gün geldi ki birbirlerini sırtından hançerlediler. Beddualar, küfürler, hakaretler ettiler. Her iki tarafın da Brütüs benzeri açıklamaları vardı muhakkak… Ama hiç biri beni tatmin etmedi. Demek ki iş menfaat çatışmasına gelince dostluk, ahbaplık da bitiyor… Hayat ne garip değil mi? Daha birkaç ay önce “kardeşim” dediğin insanlarla “aynı yoldan geçtiğin, aynı sudan içtiğin” insanlarla bir anda düşman olabiliyorsun. Bu yaşananlar bana Paulo Coelho’nun Şeytan ve Genç Kadın adlı romanından bir bölümü hatırlattı:
Yolları oldukça uzunmuş, yokuş yukarı gidiyorlarmış ve güneş yakıcıymış. Ter içinde kalmışlar, susamışlar. Bir dönemecin ardında harika bir mermer kapı görmüşler. Kapı, ortasında bir çeşme bulunan altın döşeli bir meydana açılıyormuş. Çeşmeden de berrak bir su akıyormuş. Yolcu kapıdaki bekçiye dönmüş;
“İyi günler.”
“İyi günler.” diye yanıt vermiş bekçi.
“Burası harika bir yer. Adı ne?”
“Burası cennet.”
“Ne iyi! Cennete gelmişiz. Çünkü çok susadık.”
“İçeri girip dilediğiniz kadar su içebilirsiniz.” demiş bekçi ve eliyle çeşmeyi göstermiş.
“Atımla köpeğim de susadılar.”
“Kusura bakmayın.” demiş bekçi, “Buraya hayvanlar giremez.”
Yolcu çok üzülmüş, çok susamış ama suyu tek başına içmek istemiyormuş. Bekçiye teşekkür edip yoluna devam etmiş. Epey bir süre yamaç yukarı gittikten sonra eski görünümlü küçük bir kapıya varmışlar. Kapı iki yanı ağaçlıklı toprak bir yola açılıyormuş. Ağaçlardan birinin altında, şapkasını alnına indirmiş uyur gibi yapan bir adam varmış.
“İyi günler.” demiş yolcu.
Adam başını sallamış.
“Atım, köpeğim ve ben çok susadık.”
“Şurada taşların arasında bir pınar var.” demiş adam ve eliyle orayı işaret etmiş, “İstediğiniz kadar su içebilirsiniz.”
Yolcu bekçiye teşekkür etmiş.
“İstediğiniz zaman yine gelebilirsiniz.” demiş bekçi.
Yolcu sormuş;
“Buranın adı ne?”
“Cennet.”
“Cennet mi? Ama mermer kapıdaki bekçi de bana orasının cennet olduğunu söyledi.”
“Orası cennet değil cehennemdi.”
Yolcunun aklı karışmış;
“Sizin adınızı kullanmalarına neden izin veriyorsunuz? Yanlış bilgi vermeleri büyük karışıklığa neden olur!”
Adam gülmüş;
“Hiç de değil!” demiş, “Aslında onlar bize büyük bir iyilikte bulunuyorlar. En iyi dostlarına sırt çevirenlerin hepsi orada kalıyor çünkü…”
***
Yazımın sonunda sendikamızın Üniversite Temsilcisi Mehmet Ali GÜNAYDIN’ı tebrik etmek ve çalışmaları dolayısıyla teşekkür etmek istiyorum. Kendisi Artvin Çoruh Üniversitesi’nde Farabi Programı Koordinatörlüğü’nde Şef olarak görev yaparken Millî Eğitim Bakanlığı Şubat dönemi öğretmen atamalarında Elazığ Kovancılar Anaokulu’na Okul Öncesi Öğretmeni olarak atandı. Üniversite Temsilciliğimizi yürüttüğü birkaç ay içerisinde gerçekten bizi kendisine hayran bırakacak kadar başarılı çalışmalar yaptı. Yolun açık olsun sevgili kardeşim. Üniversite, Artvin ve Sendika Şubemiz için büyük kayıp olacak senin gidişin, ama kendin gibi pırıl pırıl insanlar yetiştireceğin, onların ilk öğretmenleri olacağın için kalbimiz rahat…