Atatürk’e ve Türk tarihinin son mucizesi olan Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı saldırılar gizli olmaktan çıkıp alenileşti. Bu saldırılar, ölümünden sonra geçen 75 yıla rağmen Atatürk’e sevgi ve saygıyı daha da pekiştiriyor.
Atatürk’ü Milli Mücadele sırasında olduğu gibi, bugün de anlamayanlar, anlamak istemeyenler var. Kabul etmek lazım ki, Atatürk’ü kavramak kolay bir iş değil; çok zeki ve okuduğu kitap sayısı 4 bin..
İrlanda asilli İngiliz yazar J. Swift’ın dediği gibi, “Dünyaya bir dahi geldiğinde onu şu işaretlerden tanıyabiliriz: Bütün ahmaklar ona karşı birleşmişlerdir.
Atatürk eğitime, öğretmene büyük önem verir. Atatürk, bir gün bir sınıfa giriyor, öğretmen de yerini ona bırakmak istiyor, oturmuyor ve diyor ki, “Sınıftaki en büyük insan öğretmendir.”
Atatürk ağaç konusunda son derece hassastı. Bir gün yolda giderken birden bire arabayı durduruyor ve soruyor, “Burada bir iğde ağacı vardı ne oldu?” diye. Kesilmiş. O kadar üzülüyor ki, “Durup dururken bu iğdeden ne istediler?” diye…
Atatürk büyük devlet adamıydı. İngiltere’nin şövalye Nişanını, “Dizbağı sonra bize ayakbağı olur” diyerek reddetmişti.
O’nun dış politikası tamamen milli bağımsızlık esasına dayanıyordu. Birleşmiş Milletler’in öncüsü Cemiyet-i Akvam’a müracaatının Türkiye’nin lehine olacağı ifade edildiğinde: “Davet etsinler, düşünürüz” demiştir. Nitekim Türkiye davet üzerine 1932 tarihinde Cemiyete (Birleşmiş Milletler) üye olmuştu.
Henüz Erzurum Kongresi toplanmamış. Harbiye Nazırı (Topçu Ferik) 2 Temmuz 1919 tarihli telgrafında Erzurum’dan hemen İstanbul’a dönmesini istiyor.. Savunama Bakanı: “Mağlubiyet devasız bir illettir. Galiplerin istekleri yapılmazsa, vatan daha büyük felaketlere uğrayacağı için, hükümet maalesef sizin hizmetlerinizden mahrum kalmaya mecburdur.” Diyerek İstanbul’a dönmesi için adeta yalvarıyor.
M. Kemal zaferden emindir:
“Arkadaşlar gidip Toros dağlarına bakınız; eğer orada bir tek Yörük çadırı görürseniz ve o çadırda bir duman tütüyorsa, şunu çok iyi biliniz ki bu dünyada hiçbir güç ve kuvvet asla Türk’ü yenemez.”
Osmanlılar devletleşme aşamasında taht kavgasını, ülkenin bölünmesini engellemek için hâkimiyetin bölünmezliği ilkesini benimsediler. Fetret devrinde kardeşlerini tasfiye etmesinin töreye aykırı olduğunu kendisine ihtar eden Timur’un halefi Şahruh’a Çelebi Mehmed’in şu cevabı manidardır: “On derviş bir kilim üzerinde uyur. Lâkin iki padişah bir iklime (ülkeye) sığmaz.” Bakalım, Atatürk’ün mirasını tersine çevirmeye çalışanlar, bir iklime iki millet, iki devlet sığdırabilecekler mi?
Atatürk ve silah arkadaşlarını saygı ve rahmetle anarken yazımı Belçikalı yazar’ın bir sözü ile bitirmek istiyorum:
“Türkler, Atatürk’ü Allah’a borçludur, geri kalan her şeyi ise Atatürk’e borçludurlar.”
Nizamettin TORUN