İktidar düğmeye bastı, kanunlar çıktı, üniversitesiz il kalmadı. 2002’de 81 ilin 41’inde üniversite yoktu. Artık her ilde en az bir üniversite var. Bu uygulama ilk başlarda türlü otoritelerin eleştirilerini aldı. Tarihçi Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın bu konuyla ilgili görüşleri ise şöyle:
“Eğitim kurumlarımıza dikkat edelim. Kötü olan YÖK değildir. YÖK’ün kötü idare edilmesidir. Bütün mesele bu.
Üniversite tabii ki açacaksın, ama Hakkari’nin dağına değil, Kastamonu’nun dağına değil. İcabında Ankara’ya 20 üniversite kurarsın. Doğudan gelen çocuklar o şehrin kültürünü görür. Her yere gidip üniversite kurulur mu ya? Bu bir ahlaksızlıktır.
Bunu anlattık. Evvela bakkal çakkal çocukları kandırıyor. Ondan sonra oradaki ev sahipleri kazıklıyor çocukları. Ondan sonra her şehirde vardır onlardan bir sürü pis herifler genç kızları kovalıyor. Bunu söylediğim zaman bizde olmaz öyle şeyler diyor. Yok ya dedim.
Üniversite okuyan adam kültür görecek. Dağın başına çocuk yollanır mı üniversite okutuyorum diye. Bir sürü barlar açılmış Çanakkale’de. Böyle bir kepazelik tasavvur edemiyorum.
Bunun hizmetle filan alakası yok. Bu aşağı yukarı 40 yıldan beri bütün Türkiye hükümetlerinin ortak kusurudur. Bizim en kıymetli varlıklarımız olan genç beyinlerimizi bu şekilde telef etmeye kimsenin hakkı yoktur. “
Uygulamayı beğenelim ya da beğenmeyelim netice itibariyle olan oldu. Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın öne sürdüğü eleştirilerin pek çoğunun yeni açılan üniversiteler için geçerli olduğunu kabul etmek gerekir. Bunlar öğrenciye yönelik sıkıntılar. Olaya bir de çalışanlar yönünden bakarsak daha farklı bir mağduriyet tablosu ortaya çıkıyor. Akademisyenlerin de kendilerine özgü türlü sorun ve şikayetleri var. Zaman zaman bunları da paylaşmak isterim. Fakat bu yazının devamında, daha mağdur konumdaki idari personelin durumundan bahsetmek istiyorum.
Üniversiteler içinde en mağdur kesim “idari personel” diye tabir edilen çalışanlardır. Çok çeşitli sorunları olan bu grup personelin en büyük mağduriyeti ise göreve başladıkları yerden başka bir ile tayin olamamalarıdır. Adeta çalıştıkları şehre ve kuruma hapsolunmuş gibidirler. Bu durum ise zincirleme olarak başka sorunları da beraberinde getirmektedir:
– İdari Personelin özür durumu, sağlık durumu, eş durumu v.b. nedenler ile dahi yer değiştirme yapamamaları neticesinde aile bütünlüğünün parçalanmasına,
– Var olan sağlık problemlerinin düzenli tedavi imkânı olmadığı için daha da artmasına ve ilerlemesine,
– Personelin çalışma performans ve kalitesinde düşüşe,
– Yer değiştirme talebi olan fakat muvafakat için kurumu ile sorun yaşayan personele yapılan keyfi uygulamalar çalışanlar üzerinde psikolojik baskı oluşmasına, sebep olmaktadır.
Peki çözüm ne? Basın yayın organlarından takip ettiğimiz kadarıyla, kamu personellerinin özlük hakları ve performans ile kalitelerinin arttırılması için kurumlar tarafından çeşitli çalışmalar yapılmakta ve yasal düzenlemeler hazırlanmaktadır. Yükseköğretim Kanunu da yeni bir revizyon ile yeniden düzenlenecektir. Bu bağlamda; Yükseköğretim Kanunu ile Yükseköğretim Teşkilat Kanunu üzerinde yapılacak değişiklikler ile üniversitelerde idari personel olarak çalışan 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tâbi Memurların yer değiştirmeleri ile tayin ve nakil sorunlarına çözüm getirilmesi beklenmektedir.
Sorunun çözümü için getirilen öneriler ise şu şekilde sıralanabilir:
– Yapılacak yasal düzenlemeler ile “Yükseköğretim Kurumları Yer Değiştirme Tayin ve Nakil Yönetmeliği” çıkartılarak yapılacak olan iş ve işlemlerin belirli bir standarda kavuşturulması,
– Her yıl Yükseköğretim Kurumları arasında yer değiştirme ve tayin kontenjanları açılması,
– Kurumlar arası nakillerde “muvafakat” iş ve işlemlerinin yapılabilmesi için sadece hizmet yılı esası getirilmesi.
Üniversitede görevli idari personelin sessiz çığlığını duyan olur mu? Doğrusu bunu zaman gösterecek. Fakat siyasi iktidardan beklentimiz bir an önce gerekli mevzuat değişikliklerini yaparak idari personelin sorunlarına kalıcı çözümler getirmesidir.