YALNIZ YA DA KİRLENMİŞ ÜLKE

YALNIZ YA DA KİRLENMİŞ ÜLKE

Açıklama Resim9“Başaramazsak da, ne yapalım, ahirette; ‘vermedin’ diyeceğiz.” Demişti rahmetli. Ve aradan geçen 6 yıl sonrasında, ardından üzülen ve ağlayanlar çok olmasına rağmen başaramadan çekip gitti bu dünyadan.  

Kâtip Çelebi, “Takvîmü’t Tevârih” isimli eserinin sonunda şöyle demiş: “Kişinin ihtiyarlığına alâmet, saç ve sakal ağarmasıdır. Devletin kocadığına alâmet de, devleti yönetenlerin, saltanata ve süse düşkünlüğüdür. Ki bu, açık bir çöküntü eseridir. Devletlerin hayatında, duraklama devresinden sonra bu devre gelir. Refah, süs ve lükse rağbet fevkalâde artar. Eski hayat tarzı beğenilmez, terk edilir. Herkes şanını ve ününü artırmak hevesine düşer. Herkes her makama geçmeye başlar. En yüksek makam ve ünvanlar, belli vasıflar aranmaksızın dağıtılır. Zevk ve rahat, keyif ve konfor, vazgeçilmez örf ve adetler haline gelir, tabii görünür.”

17. yüzyıl bilim adamlarımızdan Kâtip Çelebi’nin 4 asır önceki bu tespiti ülkemiz için ne kadar da doğru bir analiz olarak karşımıza çıkmaktadır.  Sanılır ki, Kâtip Çelebi günümüz Türkiye’sinin fotoğrafını çekip bize yollamış zaman öncesinden.

İşte tam da burada, Cennet Mekân 2. Abdülhamit’in hatırat kitabında ah çekerek ıstırabını duyduğu sîreti adam eksikliği, hiçbir değişikliğe uğramadan ruhumuzda eleme dönüşüyor aniden.

Muzaffer Taşyürek ise bir yazısında benzer acıyı 19. Yüzyıl Osmanlısında cereyan eden şu olayla dile getirmişti:

Yusuf Paşa, Sultan Aziz’in sevgisini kazanmış, kısa zamanda yükselerek Maliye Nazırı olmuştu. Tecrübe ve ihtisas isteyen bu makamı dolduramamış ve aksaklıklar başlamıştı. O devirde vekiller, yazları genellikle Boğaziçi’ndeki yalılarında geçirirler, işlerine bir vapurla gelirler ve dönerlerdi. Yusuf Paşa başarısızlıklarını yabancı devletlerin müdahalelerine bağlar, bu gidiş-gelişlerinde daima:

– Aman efendim, bu Frenkler insanı öldürüyorlar. Bugün de ellerinden çekmediğim kalmadı. Diye Beylerbeyi’ne gelinceye kadar şikâyet eder, beni yarın kederimden öldürmeseler, temennisiyle vapurdan ayrılırdı.

Bu şikâyetlerin, doldurulmamış makamların ve hak edilmemiş mevkilerin acı tortusu olduğunu çok iyi bilen tecrübeli, bilgili bir nazır olan Ali Rıza Paşa, bir gün Yusuf Paşa’nın arkasından bakar, gülümseyerek:

– Şuna bakın, insanlar lâyık olmadıkları mevkilerde ayak sürterken hicaplarından ölmezlerse, onları Frenk elçiler mi öldürürmüş? Masal bunlar! Sizleri öldüren Frenk elçileri değil, idrakinizi öldüren makam hırsıdır! Diye söylenmiştir.

Evet, hırstır bizi öldüren, makam hırsı… Keşke hırsımız makama, şana, şöhrete değil de ülkemizin, milletimizin menfaatine yönelik çalışma ve gayretlere olsaydı… Ama ne mümkün, o dönem bu dönem hırslar hep bir makam kapma uğruna harcanıp gidiyor.

Hayli zamandır kanımızı kurutan adam kayırma, rüşvet, yolsuzluk ve liyakatsizliğe göz yumuyor olmasaydık, şimdi dünyada yerimiz başka olacaktı. Çünkü bu hastalıklar toplumun özü olan ‘adam’ı yiyip bitiriyor, geriye iskeleti bırakıyor. Böyle olunca da, gündüz gözü fenerle adam ara istersen.

Yarınların inşasını yapan eğitimcilerimizin Sîreti Adam temeli üzere olması ümidiyle…

 

İsrafil BAYRAK

Türkiye Kamu-Sen İl Temsilcisi

TES Artvin Şube Başkanı

Benzer yazılar